25 Aralık 2011 Pazar
Andy Warhol felsefesi : pop-art ekolunde ilk akla gelen isim olsa gerek warhol'un ismi. serigrafik baskı ile sanat tarihinde devrim yaratmış, factory adını verdiği atölyesinde  müzik  ve sinema tarihine de önemli etkilerde bulunmuşdur... çalışmalarını bilmeyenler bile bir gün herkes 15 dakikalığına meşhur olacak sözünü illaki duymuştur ... benim özellikle warhol'un serigrafi çalışmalarına hayranlığım büyüktür... her zaman ilgimi çekmiş bu kişiliğin kitabını görüncede almadan edemezdim pek tabi ... gerçekten çılgın,başıbuyruk bir kişilik beklerken hayatla ilgili gayet makul tespitleri olan ,zeki ve parayı nasıl kazanacağını iyi bilen bir kişiye rastladım ... bu dönem yaşaydı eminim gene dünyayı sallardı ... okuması çok zevkli bir solukta okunacak bir kitap ...
dönüşüm : '' Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerden uyandığında , kendini dev bir böceğe dönüşmüş halde buldu'' sözleriyle başlıyor ... çoğumuzun dönemsel olarak kendini böcek gibi hissetmiş olmasını kafka ölümsüz bir esere dönüşdürmüş...  kitabı okuduktan sonra nasıl yorumlarsan yorumla  hakkaten kaçacak bir yerin kalmıyor ve sorgulamalar, kendinle didişmeler başlıyor ... aklı selim bir zamanda okumanız önemle tavsiye edilir ...
gizli anların yolcusu : konusunu hiç bilmeden ,arkadaşıma alırken kendimede aldım eve gelip hemen okumaya başladım ... kitap bir cinayetle başlıyor ... daha doğrusu cinayetmi bilemiyoruz ama ilhami karakteri başlıyor anlatmaya ... iki erkek arasında yaşanan gözü kara bi aşk hikayesi ... gay lerin hayatları hakkında hiç bir fikir alamıyosunuz kitaptan, çünkü nerdeyse hiç bu tür bir detay yok   ... ilhami'nin karşısındaki kadında olsa aynı olurdu gibi geldi bana ... erkek olması türkiyede tepkiyle karşılanırmı bilemem ama hayat bu .. heran herşey olabilir... şahsi fikrim çok akıcı hiç sıkmadan okunan bir kitap olması ...

edabellaa

bu güzellikler benim ...
yılbaşını bahane etti , beni sevindirdi ... 
yeni yılda seni sevindirsin edabellaa  
 

18 Aralık 2011 Pazar

anne sütlacı

11 Aralık 2011 Pazar
sizinde bildiğiniz üzere benimle mutfak arasında süregelen ilişki  ömrümün son döneminde başlamış olup gayet inişli çıkışlı devam etmektedir ...  ben bu süreçte biçok kez annemi arayıp tarif almaya yeltensemde telefonda pek başarıya erişememiş olup beraber girişdiğimiz ve daha çok benim seyirci olarak eşlik ettiğim işlerdede anladığım şudur ki annemden tarif almam imkansızdır... çünkü herşey göz kararı el ayarı ... çorba yapıyor ve evde ne varsa mesela şimdi şunu ekliyorum deyip bi ölçü birimine maruz kalmadan tencereye parçalayıp yolluyo üzerinede tencereye kapağı ile su koyuyor... varsa aranızda bir delikanlı bu çorbayı aynı kıvamda aynı lezzette bi yapsında içelim ...
bigün canım tatlı çekti dedimde annem kalktı bana sütlaç yaptı anında hemde ölçü ile ..nasıl yaw ...inanamadım ... dedim anne yazıyorum ben bu ölçüleri ... eve geldim bi heves yaptım  sütlacı ... meğer pirinç çay bardağı ileymiş ben su bardağı ile koymuşum hafif pilav gibi oldu ama ben böle çok severim deyip bigüzel yedim ...ahahaha hem dikkatsiz hem kendi yalanlarıma  anında inanan bi kişiliğim ... tabi sonraki günler anneye çaktırmadan laf arasında ağız aranıp kafaya dank etme suretiyle anlaşılır ki olay çay bardağı imiş ... işte o günden beri üşenmem nerdeyse her tatlı krizimde kalkar anneden garanti tarifli sütlacımı yaparım ... bugun gene tatlı krizim tuttu ... dedim bide fırınlayayım bakayım ...nolacak ... sıcak sıcak mideye indirdim valla bir şölen ... soğumasına izin verirsem onuda denemiş olacam .... gelelim tarife:
1 çay bardağı pirinç
1 bardak su
1lt süt (ben diyet sütle yaptım )
7 kaşık tepeleme şeker
1 kaşık tepeleme nişaşta 

suda pirinçleri pişiriyoruz .pilav kıvamına gelince sütü boşaltıyoruz.kaynayınca 7 kaşık şekeri ilave ediyoruz .tabi hep karıştırmaya devam ... baktın fokurduyo nişastayı bi kasede suyla çözdürüp birazda sıcak sütlacın sütünden alıp kaynaştırıp tencereye yavaş yavaş döküyoruz ... biraz daha fokurdayınca kaselere servis ediyoruz ... ben biraz soğumasını bekledikten sonra (bugun ilk defa denedim gerçi )su dolu bir kapta kaseleri tekrar fırına koyup sadece üstünü 180 derece ısıtarak bi 10-15 dk daha pişirdim ...sonuç: anne sütlacı gibisi yok ...

süper

30 Kasım 2011 Çarşamba
hu huuuu ...
kimseler yok muuu .....
biliyorum çok boşladım buraları ama aklım buralarda kalmadı değil ...
insanın kendiyle didişmesi bitmiyorken birde hayat gelip tepenize biniyor ... eee ruh hali bu ...olabildiğince dalgalı ... hangi dalgayla savrulup nerde karaya vuracağı ,ne kadar dibe batacağı hiç belli olmuyor ...  işte bende gene ve gene dalgalandımda duruldum ... yapacak çok bişey yok ... güneşli günlerde gelecek ... kimbilir belki herşey bigün süper olur ... yada elimizdekiler en süperlerdir ... bugunu yaşayalım yarına allah kerim ...


önce sağlık

16 Ekim 2011 Pazar
şöyle sonbahar geldi diye iki çift laf edemeden  sarı yapraklarına basıp biraz hüzün biraz romantizm geyiğine kapılamadan pat diye kış geldi yaw....depresyona gireyim diyodum o fırsatıda kaçırdım herhal ..kısmetse kışın ortasına artık ...istanbulun bu ani hava değişikliğine  bünyem haliyle  ayak uyduramadı ve ilk sinyaller günlerce süren migrenle geldi ve bir dahada gitmedi ... yerleşik düzende bir boğaz ağrısı ve baş ağrısı yetmiyo gibi eklem ağrısı eklendi ... ha bir de öksürünce gerçekten iç organlarımın yerinden koptuğu hissiyatına kapılıyorum ki çok fena ... kaloriferler yanmaya başladı ... geçen hafta gömlek üstte, ayakta babetlerle dolanırken bugun botlar, hırkalar ,sarılıp sarmalanmadan çıkamadım evden ...ama istanbul bu... haftaya güneş açmazsa şaşmam ...bende bu kadar ağrıyı çektiğimle kalırım ...  dün bütün gün yattım ..bugun öğlenden beri yatıyorum ... yarına allah kerim ...oh iki satır yazdım rahatladım yeminnen ...
hadi kalın sağlıcakla ....

rengarenk

2 Ekim 2011 Pazar
bir gün evde daral geldi napsam ne etsem kafayı dağıtsam şeklinde dört dönüyorum ... dolapları karıştırmaya başladım ... pembe bir yün buldum ... ama hiç bişeye yetecek ölçüde değildi ... cansıkıntısı bu ama ... napacan mecbur bir tığla başladım şekil vermeye ... tığla iş yapmaktanda hiç hazetmem oysaki ... o tığ nasıl bizim eve geldi hiç bi fikrimde yok ayrıca ... neyse pembe ip bitti ... canım sıkıntısında milim ilerleme yok ama hissediyorum biraz daha ip olsa sıkıntımdan sıyrılacam ... neyse evi altüst ettim ve mavi ipe ulaştım ... ve beklenen son mavi ipte bitti ... canımın sıkıntısında bi hafifleme hissettim hissetmesine ama bu seferde şeytan dürter oldu devam et diye ... ertesi gün ablama giderken yanımda götürdüm var mı ip dedim ... hop krem rengi ipi verdi ... süper ... sonra sarı ..sonra teyzeye giderken yanımda götürüp ondaki ipleri söğüşlemece ... eh işte bu gunlere geldik ...  ben galiba bu işi büyütecem ... gaza geldim yaw durduk yere ... bakalım ne zaman biterde üstüme örtüp şekerleme yapacağım boyuta gelir .... görücez ... hep diyorum yaw biraz planlı programlı bir insan olsam keşke ....böyle bir işe girerken baştan ipimin kalınlığını renklerini seçsem ... nolurdu sanki ... hey bünyeee ...silkelen ve kendine gel ... pilissssss.......

minerva nın baykuşları

24 Eylül 2011 Cumartesi
Baykuşlar bilir:
"Her şey birbiriyle bağlantılıdır
Her şey bir yere gider
Hiçbirşey sonsuz değildir
Son sözü doğa söyler"

(E. Callenbach, Ekoloji; Bir Cep Rehberi, 2010, İstanbul: Sinek Sekiz)
11 Eylül 2011 Pazar
onbir : kitabı alırken arka kapağı okuduğumda yer yer kahkaha attıracak kadar eğlenceli diyordu .. budur deyip aldım ... yazar kurgularken ne iyi ne de kötü denilebilecek belli bir kahraman üzerinden değilde dikkat etmediğimiz ama günlük hayatta bi çok kez yaşadığımız benzer detayların barındığı ,sıradan insanların yaşam içinde kesiştiği noktaları anlatıyor... her kesişmede o an yaptığımız herhangi bir davranış, bir söz ,bir karar daha sonra nasıl o insanın hayatındaki yolu değiştirebiliyor ,yargılarını farklılaştırabiliyor kabak gibi göstermiş ...hal böyle oluncada kullandığı mizahın ucu ister istermez okuyucuyada dokunduğundan o an insana kara mizah gibi geliyor... işin özü bir çırpıda okunabilecek akıcı ve keyifli bir kitap ...
dorian gray'in portresi : doğumgünü hediyelerimden biride bu kitaptı ... oscar wilde hayranı arkadaşım seveceğini biliyorum deyip iki deliyi bir araya getirdi :)  çoğu yerde kalem elimde çize çize okudum ... dahice yazılmış bir roman olması yetmiyor gibi kurgusuda insanı kıskançlığa sevk ediyor ... gray'in akıllara ziyan bir karakter olması bir yana lord henry karakteri kadarda hem hazır cevap hemde eğlenceli ,taşı gediğine koyan başka bi karaktere şahit olmadım herhal ... kafa karıştırmayı kendine huy edinenlere hak verdim gitti bu karakter sayesinde... ben burdan tekrar teşekkürlerimi arkadaşıma iletir ve biraz merak uyandirebildiğim tüm okumayı sevenlere şiddetle öneririm bu romanı ....

afrika için

5 Ağustos 2011 Cuma

Her 6 dakikada 1 çocuk ölüyor.. bu yüzyılda biz son çıkan teknolojinin peşinde koşup trend takip ederken dünyanın görmediğimiz yüzünde insanlar su ve yiyecek bulamadıkları için ölüyorlar... kimsenin umrunda olmayan bu insanları umursuyorsanız  aşağıdaki linkleri tıklayıp anında yardım edebilirsiniz...

 http://www.kizilay.org.tr/
 http://www.unicefturk.org/acildurum

: )

29 Temmuz 2011 Cuma
Bu yil Temmuz ayinda 5 cuma, 5 cumartesi, 5 Pazar bulunuyor. Bu 823 yilda bir olan bir durum. Buna "una borsa di soldi", yani bereket deniyor. işte tamda o gune denk geliyor  35. doğumgunum :) diliyorum ki  bolluk ,bereket , sağlık, eğlence, neşe, mutluluk ve hayal bile edemediğim ne kadar güzellik varsa hepsini bana getirsin ... 823 yılda bir :) nasıl istemem yaw....güzel olan herşeyi istiyorum .... pilissss

sufle

9 Temmuz 2011 Cumartesi
arada oluyo bana .... şerbetli ağır tatlılar sevmesemde üzerime bir tatlı krizi çökünce aklımdan çıkmak bilmiyor... hayır yani bir tatlınında tamamen tabağımda bittiğini görsem neyse.... dünden beri suflemi yapsam diye dört dönüyorum ... akşam oturdum netin başına bisürü tarife baktım .. yok yookkk bu kudurtucu kalori bonbardımanına yenilmeyecem dedim ... bugun öğleden sonra gene tarif bakarken buldum kendimi ... bir tanesi vardı ki  içinde şeker olmaması ve malzeme azlığı sebebiyle hemen gönlümü çaldı ...koştum mutfağa çırptım, pişirdim ve fırından çıkardım ...sonuç maf-i perişan .. kabarmadı ..acımı acı bi tadı oldu ve aynen çöpü boyladı ... durduk yere kahırlandım ... baktım o karabulut tepemden çekilmiyor bu sefer hakkını vereyim deyip ikinci bir tarifle gene mutfağa daldım .... hooopppp.... 5 dakkada beşiktaş... valla süper oldu .... tarif şu... ama  içindeki şelale havası için biraz daha az pişirmek gerekiyor sanki... bir de soğuyunca sönüyo .... üfleye üfleye kabarıkken yemenin zevkide bir başka.... üşenmeyin deneyin derim ... hayır yani her yağ bağlamış insan gibi biraz vicdan yaptımda... yandaş arıyorum kendime.... :)
30 Haziran 2011 Perşembe
mutfak çıkmazı : kendimi mutfakla barıştırmaya çalıştığım bir dönemden geçiyorum ...o bana alışıyor bende ona...tam da böyle bir dönemdeyken noluyor tabiki insanın eli raftan bu romanı çekip çıkarıyor...tahsin yücel in ilk romanıymış...kitabın başında kendide özeleştirisini yapmaktan geri kalmıyor.. bir daha yazsam aynı romanı böyle yazmazdım belkide diyor..bazı yerlerdeki ifadelerde  bozukluklar,zorlamalar olsada genel olarak kurgusu güzel ve bir solukta okunabilir roman...1960ların yokluğunda sülanin tek umudu olan genç bir adam istanbula üniversite eğitimi için yollanır... kız arkadaşının terk etmesi ve derslere olan düşkünlüğünün azalmasına bir de geçim derdi düşünce kendini yemek yapmaya verir... büyük bir tutkuya dönüşür ... tahsin yücel bunu çok da sıradan bir durummuş gibi anlatıyor, halbuki gerçekten bir çıkmaza dönüyor....
savaşları,kralları ve filleri anlat onlara : ispanyol yazar mathias enard roma daki kütüphaneleri gezerken michelangelo dönemine ait eski bir biyografiye rastlamış. biyografi, papayla arası açılan michelangelonun bir köprü inşa etmesi için II. bayezid tarafından istanbula davet edildiğini yazıyormuş. İnanılmaz bir hikâye yakaladığını düşünen yazar, hemen bunun peşine düşmüş...tüm araştırmaları bitincede işte bu roman çıkmış .. sanat tarihi meraklılarının kaçırmaması gereken bir roman bence ... en azından yazarla tanışma adına bile okunabilir... michelangonun leonardo da vinci ve raffaello ya sövdüğü yerler insanı tebessüm ettiriyor...
içimizdeki şeytan : kürk mantolu madonna dan sonra kaçınılmaz son .. tabiki gene sabahattin ali ile yola devam etmek ... söleyecek fazla birşey yok ..alacaksın ..okuyacaksın ..ustaya saygıyla eğileceksin .. gerçekten yaşadığı dönemi çok iyi bir şekilde sorgulayıp irdelemiş ... tespit ettiği doğrular ve gerçekler hala  günümüzde güncelliğini korumakta ... toplumsal yapıyı irdeleyişi ve kişilerin iç dünyaları için kullandığı ifadeler karşısında etkilenmemek imkansız...  kitaptan;  "...İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır."
21 Haziran 2011 Salı
onca yağmurun ,gri gökyüzünün ardından niyahet güneş yüzünü gösterdi ...  pencere önü kaktüslerimde güneşle beraber kudurdu ... kimi çiçeklenip güzelleşirken kimide en az ergenlik kadar tipsizleşti.....ama olsun... her halinizle seviyorum naNn sizi .....


2 Haziran 2011 Perşembe

tatlı yiyelim tatlı konuşalım.... bakalım  mümkünmü !!!
ne zaman halkın arasına girip bir maruzatım var dediğimde sinir harbi içinde oradan uzaklaşmam gerekiyor... sanki bu bir kural ....evet başlıyorum anlatmaya; nerdeyse bir arşına eş saç uzunluğumu değiştirip ense kökünde sabitlemeye karar verdim ...önümüz yaz... saç topla ,yıka,kremle,kurut işlemlerinden sıtkım sıyrılmışken süper fikir olduğuna canı gönülden inanarak kuaför koltuğuna oturdum...sonuçmu...kesmedi...bir karıştan fazla kesmiş olabilir ama istediğim boyutta kesmedi... pişman olurmuşum ... hayat benim saç benim pişmanlık benim ..tasası sanamı düştü kardeşim .... zaten sıkkındım aman hiç bulaşmayayım gider evde kendim kısaltırım dedim...sonrada yok fön çekelim...istemiyorum ... fönsüz olmaz... dalgalı fön çekiyorum modeli göstersin ...yaw ben ömrümde böle bi fön çektirmemişim eve gidip duş alacam niye çekiyosun ...aaa ben çekeyim bu imaja bayılıp hep çektireceksin ..yok yaw...daha neler ... toplum olarak karşındakinin üzerine bu kadar binmek, ısrar etmek ,inadına yandaş bulup kenetlenmek nedir anlayamıyorum .... yemeğe misafirliğe gidersin 2 kaşık yeter dersin tepeyle yemek konur bitirmeden kalkamassın ...çay istemem dersin içmeden bırakmam....pazara gidersin bir kilo istersin tartar 1,5 geldi 2 tane daha attım 2 kg güzel ablacım ...buyrun bakalım .... eskidende para üstü yerine sakız kavramı vardı bakkallarla beraber o  tarih oldu galiba...daha bin ton böyle insanın sinir sistemine abanma hadisesi anlatılabilinir pek tabi.... beni feci dellendiren başka bir antikalık ... bi kaç film birikmişti...her zaman tab ettirdiğim fotoğrafcıya bıraktım ... 3 gün sonra gel dediler...gittim ...haftasonuna hazır olur bekleyin ...eyvallah ...bende istiyorum ki bu mahalle aralarındaki esnaflar ayakta kalsın hem gidiyosun  fotoğraf ve eski makine muhabbeti ediyosun hem bünye harbi bir sanat akımına yön veriyo sanıyor mutlu hissediyosun ... velhasılı hafta sonu oldu ...gittim filmler tab edildimi diye bi heyecanla ... bir film edilmiş diğer ikisi edilmemiş ...sebep ...basılacak bişey yokmuş..filmlere bakıyorum eeeee işte hepsi burda niye tab etmediniz.... güzel değil bunlar....basmaya gerek yok ....neye göre ...kime göre... sanat eleştirmenimisin mübarek ... lanet olsun içimdeki esnaf sevgine deyip tabi tüm gemiler yakılarak aldım filmleri gittim eminönüne ..cillop gibi 2 saatte tab ettiler... oh be yaw....bende o iki saatte eminönü -sirkeci- mısır çarşısı şeytan üçgeninde eli kolu doldurdum ...işte bu fındıklı akidelerde kısa günün karı... muazzam bi lezzet ..şiddetle önerilir...dikkat bağımlılık yaratabilir...
9 Mayıs 2011 Pazartesi
çoluk çocuk : nedenini bilmiyorum ama oldum olası biyografileri okumayı severim .. bu seferde değişmedi ... 60-70 li yılların newyork'u bana masal gibi geldi ... iki genç hayallerini alıp çıktıkları yolda birçok kez birbirlerine tutunarak ilerliyolar....patti smith önce şair oluyor sonra rock and roll tarihine ismini yazdırıyor...ünlü bir ressam olmak isteyen Mapplethorpe ise fotoğraf sanatında unutulmazlar arasına giriyor... yaşadıkları anların derin hisleri sizede geçiyor...gerçekten samimi bir dille aktarılmış....o döneme damgasını vuran andy warhol'lu ,janis joplin'li sanat ve müzik kokan bir biyografi... daha ne olsun ...
kürk mantolu madonna : sonunda kavuştum bu romana... hakikaten de vuslatmış benim için ... hemencecik içine çekip aldı beni... tarifi olmayan duygular öyle güzel ifade ediliyor ki   hatta bazılarını tekrar tekrar okudum ... oku oku otur ağla....tadı damağımda kaldı .... tekrar takrar okunası bir roman ... hala aklıma geldikçe hüzünleniyorum ...merak edenlere cevabım;  hayır mazoşist değilim ...
zemberekkuşu'nun güncesi : şu japon milleti her daim bende hayranlık bırakmış bir millettir ... hep bigün gideyim ortamı bir koklayıp soluyayım derim kendime....amma velakin ben bu adamların animelerine, filmlerine hayranken nasıl olmuşta hiç bir romanlarını okumamışım bilmiyorum ... bu romanlada açılışı yapmış bulunmaktayım ..gerisi gelir inşallah ... işinden ayrılıp bir süre kendini dinleyip sevdiği bir iş bulana kadar evde kalıp karısı kumiko'ya yemekler hazırlayan toru okada'nın sıradan hayatıyla başlayan roman bigün kedisinin ortadan kaybolup sonrasındada karısının işten eve dönmemesiyle başka bir boyuta ulaşıyor... o boyutta inanın bambaşka ...hem sıradışı olaylar  hem de günlük sıradan olayların tasvirleri ve gizem mevcut ... malum japon kafası ... he he... sevilesi bir kafa ...

üçlemeler

4 Nisan 2011 Pazartesi
bu aralar blogu baya bi ihmal ettim ..gayet farkındayım ... ama gel gör ki tadım yok ... hayati bi durummu var ... hayır... yaşıyorum işte hasbelkader ... evet bazı şeyler ters gitti .. devamda ediyor ..dibe vurunca yukarı çıkacam .. o ana kadarda her zaman kullandığım ve bana iyi geldiğine inandığım yöntemi uyguluyorum... kendimi kendimle başbaşa bırakmıyorum ve film izliyorum ... herkese öneririm ... kendi hayatınla başedemiyosan hemen başka bir hayata göz atarak zamanı geçirebilirsin ... neler seyrettiğimi burda zikretmeye kalkmayacam panik olmayın ... gayet tembel bi kişiliğim .. aralarında çok süper olanlarda yok değil hani ama az önce sonuncu bölümünü izlediğim ve henüz tadı damağımda iken gelip burda bahsetmek istediğim iki adet üçleme film var ... az önce sonuncusunu izlediğim ilk üçleme ...
Stieg Larsson'un çok satan Millenium serisi romanlarından sinemaya uyarlanan üçleme ... ben okumadım ... hatta kitap ilk çıktığındada kapağını çok itici bulup bestseller bana uymaz tribiyle sırtımı dönüp uzaklaştım ... okusaydım belki karşılaştırma yapabilcekttim size ama ne önemi var filme bayıldım ... ben böyle aykırı bir tip görmedim ... hayat insana istediği oyunu oynatıyor ... haklı sebepleri var hatunun ama gözlerimi alamadım üç bölümdede .... stiline bayıldım ... film bir isveç filmi olması nedeniyle hep hayalini kurduğum ,tasarım sitelerini hergün hatmettiğimi tarz yaratma konusunda beğendiğim kuzey ülkelerinin başında gelen bu ülkenin soğuk , ürkütücü yüzünüde göstermesi ayrı bir olay tabi ... çok bişey anlatmayayımda siz izleyin ... 
gelelim geçen hafta izlediğim diğer üçlemeye ... sıradan bir gerilim filmi olarak başladım seyretmeye ... beklentim belliydi işte ... kafadarlar yola çıkıyor ..başlarını durduk yere belaya sokuyolar küçük bir dikkatsizlik ya da burnunun dikine gitme macerası ... en olmadık en sessiz mekana girecekler.... ya telefonlarının sarjı biter ya ya bir türlü çekmez ... vs vs ..bi ton klişe durum ... norveçten çıkan bu üçlemedede az buçuk bu dediklerim oluyo ama görüntü açısından ne yapıp etmişler öyle açılar seçmişler ki hooopppp bile bile lades ... gerim gerim geriliyosun ... sürükledikçe sürüklüyor...  üçünüde aynı gecede izledim .... gerilmek isteyenlere öneririm ..herhal tek bu gerilimden hoşnut manyak ben olmasam diye düşünüyorum ...şimdilik benden bu kadar ..... kalınız sağlıcakla ...

hopppppp

22 Mart 2011 Salı
kardeşimin doğduğu seneydi ...  benimde ilkokuldaki ilk senem ... hem okullusun hem kocaman bir abla ...ama ne hayaller durdurak biliyor ne oyunlar ... hoş gerçi hala aynı zevkle çizgifilm izlerken bulmuyo değilim kendimi ama o senelerdeki saflığımdan eser yok tabi ... ben iyi bir çocuk olduğumu düşünüp her akşam şirinlerin köyünde uyanabilme ihtimalime sırıtıp inşallah gargamel kadar büyük gitmem , allahım nolursun köyde uyandığımda şirinlerle aynı boyda olayım evlerine girebileyim diye dua eden bir çocuktum ... düşünün aynı dönem ekranlarda  hophophop değiş tonton vardı .. benim için ne ifade ediyo durun siz tahmin edin ... o yıllarda bir anda heryerde tontonlu nevresimler ve etiketli kitapları çıkmıştı ... annemde kardeşime yastık kılıfı banada kitabını almıştı ... kardeşim kafayı yastıktan ayırınca ben koyardım kafayı ...acaba değiştonton olabilecekmiyimin hayalleri kurardım .. ne renk olacağıma hiç karar veremiyodum ...derde bak .. dert bir değil kaç renk tonton var siz biliyomusunuz???....şimdi hatırlıyorum da eski mahallemizin dar sokağında karşı komşunun ipinde sallanan tonton nevresimine kardeşim bakarken hop hop diye tüm yemeği çalakaşık kardeşime yedirirdi annem ...bende çamaşırlar kuruyana kadar sanki iki bölüm arka arkaya verilmişcesine heyecanla rüzgarla dansını izlerdim tontonların ... evet çok renkli bir çocukluk kabul ediyorum ... velhasılı git zaman gel zaman eşşek kadar bir hatun oldum ... ve birgün ortada paket almak için hiç  sebep yokken janjanlı bir paketten bu tonton çıkmazmı ... olala...işte mutluluk...renk sorunu çözüldü ...pembe... bakıp bakıp tontonuma kaldığım yerden sırıtmalara devam ettim ...yok olmadı işe götürdüm koydum masamın üstüne .... değişmem lazımdı çünkü ... çünkü büyüklerin dünyasında sana hophophop değiş tonton dediklerinde değişmen gerekiyordu ...ama ben değişemiyodum ...gene bildiğim doğruları söyleyip gördüğüm yanlışlıkları düzeltmeye çalışıyordum ... içimde kocaman dürtü var ... ve benim ben olmamı sağlayan parçaları içimde tutup onlardan vazgeçmeme izin vermiyor... evet belkide benim problemim içine girdiğim kabın şeklini alamamaktır ...

orjinal kutupayusuna

16 Mart 2011 Çarşamba
                                                         bugun doğanlara sevgilerimle ...
                                                                          : )

deneme...

1 Mart 2011 Salı
ne zamandır aklımda... sonunda dayanamayıp deneyeyim dedim ... benim mutfakta çok fazla alet adevata tahammülüm yok .... zaten mutfak küçük ...bi de mikseriydi hamur makinasıydı ekmek makinasıydı fritözüydü derken mutfak iyice bi daralıyor... iki kab yemek yapayım derken bir bulaşık makinası bulaşık çıkıyorsa keyfim kaçıyor... o yüzden elektrikli mutfak aletleriyle aram yok .... en enzem olanından iki parça eşyayla işi kurtarmaya çalışıyorum ...ekmeğide ne mikserde yoğurdum ne de ekmek fırınında pişirdim ... ananevi usullarle yoğurup attım bildiğimiz fırına... ehh... ilk deneme ...öle şahane kabarmadı ... ama evi nefis bir ekmek kokusu sardı ... bence sırf bu koku için bile denemeye değermiş ... annanemin üzerinde güğümü eksik olmayan kuzinesine ışınlandım bir anda... umarım bundan sonraki denemede daha bi kabarır ....




minerva nın baykuşları

14 Şubat 2011 Pazartesi

minerva nın baykuşları

8 Şubat 2011 Salı


osmanlıca kitaplar : yüksek ökçeler - ömer seyfettin ve yeni türkçe lugat
1 Şubat 2011 Salı
o kadar çabuk okudum ki kendim bile şaşırdım ..resmen içine çekti kitap beni ..bitincede üzüldüm ..bitmeseydi oldum  ve hemen paylaşmak istedim sizinle ... aslında ayfer tunç hakkında hiç bir fikrim yoktu ... sadece kapaktaki fotoğrafla baya bir bakıştık ..sanki ben diğer kitaplara bakarken o beni izliyordu ..ya da hafifden şizoyum ... herneyse işte.... kurgu muhteşem ... bir gençliğine bir çocukluğuna bir bugune geçişler var ... duyguların ifade ediliş şekline hayran kaldım .. resmen kitabın bağımlısı yaptı beni ... yazar  kanırta kanırta anlatmış olayları ... bir yazar olsaydım herhalde hasetimden çatlardım ..çok kıskanılası bir eser çıkarmış ayfer tunç ... herkese öneriyorum ... kendimede diğer romanlarını öneriyorum ... en kısa zamanda inşallah ..

minerva nın baykuşları

26 Ocak 2011 Çarşamba
herşey nasıl başladı hiçbir fikrim yok ... ama açık bir kapı varmış onlar benim hayatıma girmiş ben onların hayatına burnumu sokmuşum gibi bişeyler işte...  hem nedensizde sevilir... hem nedensiz şekilde sevgi abarabilir .. köpürebilir... bir yastık olarak açığa çıkabilir... bir an bir heyecanla çizilip başlandı ... tek gecede işlendi ... anne ellerine teslim edilip yastık şeklini aldı ... :))

paulo coelho

15 Ocak 2011 Cumartesi
brida :  genç bir hatun, içsel bir yolculuğa çıkıp kendini tanıyor aslında... bir büyücü ve bir cadının yardımıyla kendindeki yetenekleri keşfediyor ... başta herşey güzel ... konu ilerledikçe bir mulaklık başlıyor ay ve güneş rituellerine börtü böcek sevgisi karışıyor... ve sonuna gelince kendi adıma hayal kırıklığı ... neden ki deyip kalakaldım öle..... ama son satıra kadar çok akıcı olarak okunduğu kesin ...
simyacı : yıllardır bu kitabın methini duyuyorum ama bir türlü okuyasım gelmiyordu ...  en sonunda elim rafa uzandıda aldım ... doğru zamanda doğru kitapmı bilemiyorum ama diazem almış gibi oldu kafam ... zamane insanının mutluluk arayışına ,yaşama tutunma adına saplanıp kaldığı saçmalıklara  kapak olacak  detaylarla dolu ...   okumadıysanız hala geç kalmış değilsiniz diyorum ...

minerva nın baykuşları

9 Ocak 2011 Pazar
çoookkkk uzaklardan .... kuzeyden evime geldi bu baykuş ... ışıklar içinde karşıladım kendisini ... umarım yeni evinin gönlünede ferah hisler getirir... ve 2011... güzellikler getir...
 tıklayalım pilissss....

minerva nın baykuşları

5 Ocak 2011 Çarşamba




ilk güzellik

1 Ocak 2011 Cumartesi
yeni yılın ilk bebeleri ekranlarda nam yapmışken iki haberde benden ...bu sabah iki menekşenin pupkaları da açmaya karar vermiş ...yaptıkları bu jest karşılığında mest olduk...birine pıtırcan  diğerinede pıtmazcan isimlerini yakıştırıp  toprağa suyu saldık ...öğlen güneş dönerken pencere kenarında sefa yapmalarına izin verdik ...hemen yan saksıda bulunan orkidelerede laf attık ... 9 aydır bekliyorum, eeee hadi ama!!!